08 Eylül 2024
Facebook
Twitter
LinkedIn
YouTube
Instagram
Haber Bizimle Başlar

Kaçan Fırsatlar, Yaklaşan Tehlikeler

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
yazar
Akademisyen ve yazardır. Laçiner Uluslararası İlişkiler, Uluslararası Güvenlik ve Orta Doğu uzmanıdır
Tüm Yazıları
google news

Hemen herkes hemfikir; dünya pek de iyi bir yerlere gitmiyor… İnsanlık, zor seçimlerin ve büyük felaketlerin kıyısından geçiyor… Pek çok tarihçi yaşadığımız günleri Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arefesi ile karşılaştırıyor, “savaş öncesi bir nesiliz” diyor…
 

İki cihan harbi öncesinde pek çok münevver ve devlet adamı, bir büyük dünya savaşının yaklaştığını öngörmüştü. Bugün de vaziyet çok farklı sayılmaz; yakın zamanda parlayacak bir savaşın dumanları kesif bir şekilde etrafı sarmaya başladı bile… Bu yıl olmazsa önümüzdeki yıl, önümüzdeki yıl olmazsa 5 yıl sonra, olmazsa 10 yıl sonra kıtasal, hatta küresel bir savaş bekleniyor… Başka bir ifadeyle herkes büyük bir harbin olacağını biliyor, sadece zamanını kestiremiyor…

***

Aslında başladı bile; 1950’den günümüze huzur ve istikrar adası gibi görülen Avrupa’nın orta yerinde kanlı bir savaş iki yılı aşkın bir süredir devam ediyor. İsimleri yıllardır barışla anılan Finlandiyalılar, İsveçliler bile savaş hazırlıkları yapıyor; Almanlar, İngilizler ülkelerinin işgal edilme olasılığından bahsediyor… Norveç Genelkurmay Başkanı Eirik Kristoffersen, vatandaşlarına çağrıda bulundu, “savaş çok yakın, en az üç günlük yiyecek stoklayın” dedi… Polonya Savunma Bakanı Kosiniak-Kamysz ise Ukrayna Savaşı başladığı ilk günden beri savaşın Polonya’ya ulaşması ihtimaline karşı evinde acil durum çantası bulundurduğunu açıkladı…

Özetle, ortalık karışık. Üstelik, Türkiye’nin coğrafyası, bu karmaşanın tam ortasında bir yerlerde. Kuzeyimizde Ukrayna Savaşı, güneyimizde Gazze katliamı, Yemen, Irak ve Suriye… Mahallesinde yangın olanın evi güvende sayılmaz… Bizim mahalle ise birçok yerinden yangın yeri…

 

Türkiye ne yapmalı?

Kendini savaştan ve krizlerden nasıl korumalı?…

 

RİSKLER

İki dünya savaşı da gösterdi ki, savaşın kazananı yoktur, sadece savaşın dışında kalabilen kazanır. Bir zamanlar “dünyanın hükümranı” sayılan İngiltere ve Fransa bile iki dünya savaşında milyonlarca insanını ve koca imparatorlukları kaybettiler. Savaşın tek kazananı diyebileceğimiz Amerika bile bu zaferini savaşa son anda girmesine borçlu… ABD, iki cihan harbinde de savaşın sonuna kadar bekledi, bekledi, bekledi… son ana kadar savaşa girmedi. Savaş sürerken ekonomisini doğrultan ABD, savaşlar sona erdiğinde dünyanın en büyük borç veren ülkesi haline geldi…

Türkiye, bir ABD değil şüphesiz… Belki de bu nedenle savaştan daha çok kaçınmalı. Ancak bu da kolay bir iş değil: Türkiye’nin bir ayağı Batı’da, NATO üyesi. Diğer taraftan Rusya ve onun müttefiki görünen İran komşumuz. Türkiye, savaşın bölgede yayılmasını istemiyor. Savaş, Karadeniz’e veya Kafkasya’ya yayılır ise böyle bir savaştan kazançlı çıkamayacağımız aşikar. Savaş kuzeye ilerlerse Türkiye’nin üzerindeki yük bir nebze azalabilir. Ancak her halükarda Türkiye, Batı ile Rusya arasında bir yerlerde olacak ve iki taraf da Ankara’yı kendine çekmeye çalışacak…
 

Türkiye, savaşın dışında kalmayı 1. Dünya Savaşı’nda başaramadı, tam aksine İttihatçılar ülkeyi savaşa büyük bir istekle soktular: Almanlar kazanacak, biz de onlarla birlikte galip ilan edilecektik… Ama olmadı, bir koca imparatorluk ve milyonlarca insanımız cihan harbinde tarihin derinliklerine gömülüp gitti…

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nda iyi bir sınav verdi ve Batı-Nazi Almanyası-Sovyetler şeytan üçgeninde hiçbirini kızdırmadan, hepsini oyalayarak son ana kadar savaşın dışında kalmayı başardı. Kazananın artık belli olduğunu son günlerde ise Türkiye, galiplerin yanında Almanya’ya savaş ilan etti ve Birleşmiş Milletler’e galiplerin yanında katıldı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Ankara, savaşın dışında kalırken pasif değil, oldukça aktif bir diplomasi izledi. Asla yalnız kalmadı. Cumhurbaşkanı İnönü bu süreçte pek çok kez İngiltere Başbakanı Churchill, ABD Başkanı Roosevelt ve Sovyetler Birliği lideri Stalin ile yüz yüze veya diğer yollarla görüştü.

Türkiye’nin önünde zorlu bir sınav daha var. Bu kez Türkiye NATO’nun üyesi. NATO’da olmak hem avantaj hem de yük. Türkiye’nin bir ayağı Batı’da diğer Doğu’da. Rusya ile ticareti kesmemiz çok zor. Ancak iki ayağımızı ikisinde de tutmak her geçen gün zorlaşıyor. Şimdilik zaman var. Batı blokunda Macaristan ve Slovakya gibi ülkelerin varlığı Türkiye’nin de işini kolaylaştırıyor. Ancak Batı ve Rusya doğrudan çatışmaya doğru hızla yol alıyor. Türkiye, eninde sonunda bir tercihe zorlanabilir… gerçekçi projeksiyonlarla yaklaşan riskler okumak ve acil önlemler almak önemli… 

 

FIRSATLAR

Diğer taraftan, savaş ve felaketler doğası gereği büyük fırsatlar da doğurur. Bir yanda insanlar ölürken kazançtan bahsetmek hoş olmasa da hayat böyle maalesef… Savaşın dışında kalan ve savaşan devletlere mal satabilen devletler harbin en büyük galipleri oluyor. Kore Savaşı, Japonları bir hayli zengin etti mesela… Türkiye açısından bakıldığında ise küresel çapta artan çatışmalar Türkiye’nin “tüylenen savunma sanayi”ne büyük katkı sağlayabilir. Türkiye, bu alanda şirket ve ürün sayısını artırabilir ise diğerlerinin kaybettiği bir ortamda “büyük kazanan” olabilir. Ancak bunu yaparken taraflardan birinin nefretini kazanmamak önemli, ki bu da büyük bir diplomatik ve siyasi beceri gerektiriyor…

Savunma sanayiine ek olarak, artan çatışmalar gıda ve diğer tüketim malları ticareti üzerinde muazzam bir baskı oluşturuyor. Savaşlar üretimi ve tedarik hatlarını tehdit ediyor. Örneğin Yemen çevresinde Husi saldırıları nedeniyle Uzakdoğu ile Avrupa arasındaki nakliyatta büyük gecikme ve aksamalar yaşanıyor. Aynı şekilde Karadeniz’deki savaş Rusya ve Ukrayna ürünlerinin dünyaya taşınmasını zorlaştırıyor. ABD ve Çin arasında yükselen gerilim dünyanın üretim üssüne dönen Doğu Asya tedarik hatlarını heran durdurabilir… Aynı şekilde Rusya’nın ikinci en önemli dünyaya çıkış noktası olan Baltık Denizi tıkanırsa Rusya kaynaklı ticaret çok daha yoğun bir şekilde güneye, Türkiye üzerine yönelebilir.

Böyle bir ortamda Türkiye talebin arttığı, üretimin ve taşımanın zorlaştığı ürünlere odaklanarak kendine bir yol açabilir. Aslına bakarsak Türkiye bulunduğu konum ve altyapısı gereğince Batı’nın alternatif üretim ve tedarik merkezine dönebilir, hatta çoktan dönemliydi bile…

 

ÇİN’DEN KAÇAN FABRİKALAR TÜRKİYE’YE GELİR Mİ?

Savaş ve gerilimlerin neden olduğu ilk yapısal ekonomik değişim Çin konusunda yaşanıyor. Batı dünyası, olası bir savaşta Rusya, İran ve Kuzey Kore ile ittifak kuracağı düşünülen Çin’i defterden sileli çok oldu… Washington, Çin’e yüksek teknoloji bilgisi ve ürünü satışını geçen yıl yasakladı. Yapay zeka ve çipler başta olmak üzere birçok ileri teknolojide Çin yasaklı. Bu yasak dairesi her geçen gün genişleyecek ve Çin!i boğma noktasına gelecektir… Amerika ve Avrupa şirketlerine Çin’deki yatırımlarını azaltmaları, uygun bir zaman içinde Çin’den çıkmaları talimatı verildi bile. Şirketler, Çin pazarını kaybetmeden üretim için alternatif pazarlar arıyorlar… Almanlar, Japonlar, Amerikalılar ve diğer yatırımcılar yavaş yavaş Çin’den alternatif ülkelere kayıyor. 

Çin öylesine devasa bir pazar ki, buradan kayacak binde birlik bir üretim bile birçok ülkeyi ihya etmeye yeter. Nitekim Çin’den kaçan fabrikaları kendilerine çekebilmek için bazı ülkeler arasında kıran kırana bir rekabet var. Polonya, Fas, Vietnam, Hindistan ve Vietnam gibi farklı coğrafyalardan pek çok ülke yatırım iklimini yabancı yatırımcılara uygun hale getiriyor. Hindistan örneğin, havaalanları yapıyor, karayollarını genişletiyor; köprüler, limanlar ve yenilenen elektrik altyapısı ile yabancıları çekmeye çalışıyor. Hindistan, şimdiden dünyanın ilgisini çekmeye başladı bile…

Türkiye’nin birçok konuda Hindistan veya Vietnam’la yarışması düşünülemez. Farklı ülkeler, farklı coğrafyalar… Ancak Türkiye’nin de büyük avantajları var: Herşeyden önce Türkiye tüketim noktalarına çok yakın. Ayrıca enerji kaynakları (Körfez, Hazar, Kuzey Afrika ve Rusya gibi) Türkiye’nin yanıbaşında… 

Batılı şirketlerin yatırımını çekmek için Türkiye’nin avantajları saymakla bitmez. Üstelik Türkiye bu işe çok daha önce başlamıştı. Ancak yatırım yarışında bir miktar geride kaldığımız da ortada… Bunun çok sayıda nedeni var; örneğin Batı’yla siyasi gerilimler doğrudan yatırımları etkiliyor… Yatırım için uygun hukuki zeminin olmadığı algısı da bir diğer neden. Batı’da Türkiye algısını olumsuz etkileyen çok sayıda odak oluştu, bunların anlatıları da Türkiye’ye gelmek isteyen grupları ters yönde etkiliyor… Ancak sebepler sadece bunlar değil… Türkiye’nin enerji, ulaşım, nakliye ve diğer lojistik altyapısı sandığımız kadar yeterli bir düzeyde değil. Kanaatimce bu konuda ölçü Çin olmalı. Örneğin Çin, internet hızında dünyanın en hızlı 10 ülkesinden biri. Türkiye’nin internet, elektrik vb altyapılarında yeni hamlelere ihtiyacı var…

Saydığımız kriterler arasında belki de en önemlisi eğitilmiş insan gücü. Dünyada iki tür ekonomi var: İlki “ucuz işgücüyle üretim yapanlar”, ikincisi “eğitimli-uzman iş gücü ile üretim yapanlar”… Çin şu anda ikisinde de başarıyı yakalamış durumda ve ekonomisini yeni dönemde “uzmanlaşma-yoğun ekonomi”ye çevirmeye çalışıyor. Bu maksatla insanların yerini robotların aldığı fabrikalara geçmenin peşinde… 

Türkiye’ye döner isek adeta “iki arada bir derede kaldı”. Eskiden genç nüfusun fazlalığı nedeniyle ucuz ve bol işgücü Türkiye’nin önemli bir avantajıydı. Azalan doğurganlık oranları ve diğer unsurlar bu avantajı büyük oranda ortadan kaldırdı. Öte yandan eğitimli işgücünde de beklenen patlama yaşanamayınca Türkiye bu rekabette geride kaldı… Dahası Türkiye eğitimli ve uzman nüfusu elinde tutmakta da zorlanıyor. 

Özetle; dönüşen dünyada fırsatlardan yararlanabilmek için siyasi, iktisadi ve hukuki bazı reformların yapılması gerektiğini herkes kabul ediyor. Bunlara ek olarak yapılması gereken pek çok teknik hamle de var… Bunları burada uzun uzadıya sıralayacak değilim… Ancak şu kadarını söyleyeyim, ABD-Çin mücadelesi nedeniyle dünya üretim hatlarında radikal bir değişim yaşanıyor ve bu değişim daha da hızlanacak. Türkiye bu değişimi hızlı okuyup gerekli adımları atabilir ise geçmişte hiç yaşamadığımız türden bir “atılım çağı”nı ülke olarak yalamamız işten bile değil…

Dünyanın geleceği kasvetli görünüyor ancak bu sıkıntılı dönemde fırsatları değerlendirenler için o kadar sıkıntılı olmayabilir…

 

Prof. Dr. Sedat Laçiner: Lisans (Ankara Üniversitesi SBF), MA (University of Sheffield), Doktora (King’s College, Londra). 

Yazarın video değerlendirmeleri için ayrıca: https://www.youtube.com/@Sedat_Laciner

Twitter: https://x.com/sedatlaciner

Yorumlar
Z
Ziyaretçi 3 ay önce
Geleneksel olarak dünya, 100 yılda bir savaşır, WWIII öncesi şartlar olgunlaşmış gibi . Kıvılcım merkezleri çok fazla, Ukrayna, Filistin, Tayvan, Suriye, Yemen... Sıcak çatışma noktasından sıçrayan kıvılcım dünyanın yanması için yeterli olacaktır.
BEĞENME
0
CEVAPLA
Z
Ziyaretçi 3 ay önce
Emeğinize sağlık
BEĞENME
0
CEVAPLA